Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM), “Tigris Diyalogları” kapsamında düzenlediği “Türkiye Siyasetinde Kürtler ve Seçimler” konulu toplantıda, tarihçi ve siyaset bilimci Paris Sosyal Bilimler Yüksekokulu (EHESS) öğretim üyesi Prof. Dr. Hamit Bozarslan’ı ağırladı.
Divan Otel’de 25 Mart 2023’te gerçekleştirilen toplantıya, Diyarbakır ve bölge kentlerindeki sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, insan hakları savunucuları, hukukçular, dil bilimciler, gazeteciler, aktivistler, akademisyenler, DİTAM yönetim kurulu ve üyeleri katıldı. DİTAM Başkan Yardımcısı Meral Özdemir toplantının açılışında yaptığı konuşmada, Kürtlerin tarihsel olarak oy verme davranışı ve kutuplaşan Türkiye’de Kürtlerin tutumu ile 2023 seçimlerini ele alınacaklarını söyledi.
Türkiye tarihinin en kritik seçimlerinden birini yaşadıklarını belirten Özdemir, “Cumhuriyetin ikinci yüzyılına ramak kala Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanının seçileceği bu seçimde Kürtler, belirleyici ve kilit bir role sahip” dedi.
-“OLUŞAN YENİ DİNAMİĞİN SONUNA KADAR KULLANILMASI GEREKİR “-
Moderatörlüğünü DİTAM Başkan Yardımcısı Sedat Yurtdaş’ın yaptığı toplantıya online bağlanan Prof. Dr. Hamit Bozarslan, 2023 yılının Türkiye’nin son 20 yılın en kritik aşaması olarak değerlendirilebileceğini vurgulayarak, bunun anlaşılması için 5 tespitte ve öneride bulunmak istediğini söyledi. Bozarslan, bu tespitlerden birincisinin dinamiklerden yararlanılması gerektiğini belirterek, “ Türkiye’de çok uzun yıllardan beri böyle bir değişim beklentisi söz konusu değildi. Bugün Türkiye’de çok açık bir şekilde görebiliyoruz ki rasyonel, legal anlamda artık bir devlet yok. Toplum doyum noktasına ulaşmış durumda. Artık iktidarın farklı bir söylem üretmesi mümkün değil. Bu nedenle oluşan bu yeni dinamiğin sonuna kadar kullanılması gerekir “ diye konuştu.
-“ALTILI MASANIN DEMOKRATİK OLMADIĞINI DA GÖRMEK GEREKİYOR “-
Bozarsan, ikinci tespitinin ise bu dinamiğin sonuna kadar kullanılması, aynı zamanda son derece ihtiyatlı davranılması gerektiğini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“ Çünkü söz konusu olan sadece AKP rejiminin mirası değil, Türkiye’nin son yüz elli yılının mirasıdır. Birbirine eklenen, birbirini radikalleştiren, birbirini çürüten ve aynı zamanda devam eden tarihsel katmanlardır. Şunu unutmamak gerekiyor iktidarın ya da rejimin terörü kullanabilme, büyük sahtekârlıklar düzenleyebilme kapasitesi var. Bu nedenle çok ihtiyatlı olmak gerekiyor. İhtiyatlı olunması gereken ikinci nokta da şu: Altılı masanın başkan adayının desteklenmesi son derece mantıklı geliyor. Aynı zamanda altını masanın demokratik olmadığını da görmek gerekiyor. Her şeyden önce CHP, İttihattı Terakki ile Kemalist miras ile ilişkilerini koparmamış bir parti. Cumhuriyeti belirleyen Sosyal Darwinizm ve radikal Türk milliyetçiliğidir. CHP içindeki demokratik kanatlara rağmen içindeki Türk milliyetçiliğinde kopabilecek ve bunu açık bir şekilde dile getirebilecek mi? Şu ana kadar bunu yapmadığını görmekteyiz. Şunu da biliyoruz, İYİ Parti şeceresi açısından Susurluk skandallarına giden, ölüm tugaylarına giden bir gelenekten gelmekte. Buradan çıkıp demokratik bir perspektife ulaşabilecek mi? Bunların bilincinde olmak gerekiyor. Bunlar, altılı masanın desteklenmemesi anlamına gelmemektedir.
Altılı masanın mutabakat metninde çözülmesi gereken 2.200 küsur acil sorun olduğunu ancak bu sorunlar içerisinde Kürt meselesinin olmaması üçüncü bir noktaya götürmektedir. Türkiye’de çok büyük bir bunama olgusu, değişim beklentisi var. Ne iktidar Türkiye’yi yönetebiliyor ne de Türkiye 2010’lu yıllarda olduğu gibi yönetilmek istiyor. Ama bu değişim beklentisi en azından şimdilik bir demokrasi beklentisi değil. Türkiye’deki demokratik hareketlerin özellikle Kürt hareketinin yapması gereken demokratik bir pedagojinin geliştirilmesi ve bu değişim beklentisinin mümkün olduğu bir demokrasi beklentisine dönüştürülmesidir. Bu demokrasi beklentisi bir eşitlik ve özgürlük olgusu olmadan mümkün değil. Demokrasi beklentisinin oluşabilmesi için her şeyden önce Kürt meselesinin kabul edilmesi, Kürt meselesini sadece Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri olarak değil kendi başına meşru bir mesele olarak kabul edilmesi zorunlu. Demokrasi, Türkiye’de sadece sağ ve sol partilerin olduğu anlamına gelmemekte. Aynı zamanda toplumun kendilerinin kolektif bir bünye olarak gören bileşenlerinin meşruiyetinin kabul edilmesidir. Kürtlüğün bir tarihe sahip olduğu ve aynı zamanda bir gelecek tahayyülüne sahip olma hakkının olduğunun kabul edilmesi gerekmekte. Bu olgular olmadan büyük ihtimalle demokrasi mümkün olamayacak. O yüzden şunu söylüyorum, her şeyin kesinlikle seçimlere indirgenmemesi gerekmekte. Seçimlerin, siyasi partilerin, siyasi faaliyetlerin ötesinde Türkiye’yi demokratikleştirebilecek faktörler neler? Bunların düşünülmesi gerekmektedir.
Türkiye’de baskı rejimine rağmen direniş sahalarının olması bizi dördüncü noktaya getirir. Buradan yola çıkarak görebildiğim kadarıyla Türkiye’nin geleceğini 2023’ü ufuk olarak değil 2030’ları, 2040’ları ufuk alarak almak gerekiyor. Şu anda 20’li yaşlarda olan ve AKP iktidarı dışında hiçbir iktidar görmemiş olan gençlere böyle bir şeyi söylemek, onlardan böyle bir şeyi talep etmek tabi çok zor. Türkiye’de artık uzun vadede dengeler iktidarın lehine değil. Şu anda 20’li yaşlarda olanların, direniş sahalarında olanların lehine çalışmakta. Yeni nesiller, dindarlık ve kindarlık söylemine cevap vermiyor. Bugün Türkiye’de kültürel sermaye, toplumun en marjinal kesimi olan gençlerde ve entelektüellerdedir. Kültür sermayesi, siyaset sermayesi ve şiddet sermayesi arasında ciddi bir kopuş yaşanmakta. Fakat ne iyimserlik sarhoşluğunu ne de karamsarlığa kapılmadan geleceği düşünebilmek mümkün. Bu geleceğin yarın gerçekleşebilecek bir gelecek olmadığını kabul etmek gerekiyor. Bu yüzden çok uzun erimli bir mücadelenin içinde olmak gerekiyor. Bu sadece Türkiye için değil aynı zamanda İran için de söyleyebilirim. Zaman artık bu iktidar erklerinin lehine çalışmamakta artık zaman muhalefetin, gençlerin ya da entelektüellerin lehine çalışmaktadır. “
“TÜRKLERİN BUGÜN İÇİNE KAPANDIKLARI KORKU ZİNDANINDAN ÇIKMASI GEREKİYOR”
Kürt meselesinin, Kürt hareketinin genel olarak Kürt toplumunun geleceği meselesi olduğunu belirten Bozarslan, Türkiye’de bir özgürleşme, özneleşme süreci yaşandığını, bunu yapanın da Kürtler olduğunu söyledi.
Bugün Türkiye’de zulüm altında olan ezilen, özgürlükten uzak olan grubun Kürtler olmadığını ifade eden Bozarslan şöyle konuştu:
“ Kürtler, özgür. Kürtler niye özgür? Kürtler 60’lı yılların sonundaki Doğu mitinglerinden bu yana 50-60 yıla yayılan bir öznelleşme, bir özgürleşme sürecini yaşadılar. Bu özgürleşme süreci ne demek? Her şeyden önce benim bir adım var. Bu ad Kürt adı. Bunun söylenebilmesi, kabul edilebilmesi, içselleştirilmesi ve bunun kimliğin en önemli verilerinden birisi olarak kabul edilmesi ve bunun korunması gerekiyor.
Kürt meselesinde ele alınması gereken ikinci nokta şu: Kürtler Türkiye’yi taşıyabilecek mi? Kürtlerin Kürdistanı taşıyabilmesi, Kürtleri taşıyabilme kapasitesi var. Ama Kürtler Türkiye’yi, Türkleri taşıyabilecekler mi? Buna verilecek cevap, kolay bir cevap değil. Buna verilecek cevap şu soruyu da beraberinde getirmekte. Türkler özgürleşmeyi kabul edebilecek mi? Bu özgürleşme olgusu aynı zamanda Türklüğün hakimiyet talebinden vazgeçmesi, üstünlük kompleksinden vazgeçmesi ve eşitlik olgusuna varabilmesi. Bu aynı zamanda Türklüğün köle-efendi diyalektiğinden çıkması anlamına gelmekte. Türklerin bugün içine kapandıkları korku zindanından çıkması gerekiyor. Geleceklerini korkusuz bir şekilde düşünmeleri gerekiyor. Buradan çıkarak hem kendi tarihlerini sorgulayabilmeleri gerekiyor. Kürtlerin bunu sağlayabilmesi mümkün değil. Ama Kürtlerin, Türklerin bu özgürleşme sürecine katkı bulunabilmeleri mümkün. Bu da bir demokratik bir pedagoji ile mümkün. Bu demokratik pedagoji aynı zamanda Kürtlerin kurtarılmasının, mücadelesinin Türklüğün, Türklerin özgürleşme mücadelesinin bir parçası olduğunu gösterebilmek. Ancak ve ancak Türkiye’de Kürt halkının varlığını kabul ederek özgürleşme sürecine varabilecek. Türkiye’yi konuşurken genel olarak Kürdistanı unutmamak gerekiyor. Kürtler için Türkiye dışında Ortadoğu da mekan olarak ele almak gerekiyor.”
– KÜRT SEÇMENİN TERCİH ETTİĞİ İTTİFAKIN KAZANMA İHTİMALİ YÜKSEK-
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim üyesi Doç.Dr. Vahap Coşkun da Kürt seçmenin 14 Mayıs 2023 seçimlerde hangi tercihte bulunacağı konusunda yoğun bir ilgi ve merak konusu olduğunu belirterek, “Bunun sebebi de iktidara namzet iki ittifak var ve her iki ittifakın da birbirine yakın oyları var. Dolayısıyla Kürt seçmenlerin bu ittifaklardan hangisine eğilim gösterirse, o ittifakın kazanma ihtimali çok yüksek” dedi.
Kürt seçmen oylarının önceki seçimlerden daha kıymetli bir hale geldiğini, Kürt seçmenin genellikle HDP ile AK Parti’ye oy verdiğini ifade eden Coşkun, sözlerini şöyle sürdürdü:
“AK Parti’ye oy veren Kürt seçmenler, üç noktadan yola çıkarak oy verir. Bunlardan bir tanesi hizmet siyaseti, ikincisi kimlik siyaseti ve muhafazakâr ve demokrat bir kimlik siyaseti, üçüncü sebep de AK Parti’nin 2013-2015 sürecinde Kürt meselesini demokratik siyaset içerisinde çözmeye yönelik verdiği umut, yarattığı düşünce ve hissiyattır. Bugüne geldiğimizde bu üç parametre, AK Parti açısından olumsuza evrildiğini düşünüyorum.
Kürt seçmenin HDP’ye oy vermesinde de üç ayrı parametre var. Birincisi çok güçlü bir tabanı var. Partinin politikalarına yönelik eleştirisi olsa da partinin yanında durmayı ‘bir namus’ olarak kabul ediyor ve öyle devam ediyor. İkincisi de Kürtlük temsili. HDP her ne kadar kendisini bir Türkiye partisi olarak niteliyorsa da HDP’ye oy veren seçmenlerin çok büyük kısmı HDP’yi Kürt kimliğinin taşıyıcısı, mecliste Kürt kimliğini temsil eden bir parti olarak görüyorlar ve bu nedenle oy veriyorlar. Üçüncü sebep ise Kürt meselesi demokratik siyaset içerisinde çözülecekse güçlü bir partinin, siyasi yapının mecliste varlığının önemli ve değerli olduğu düşüncesi ve bunun mecliste korunması gerektiği hissiyatıdır. 2023 seçimlerine baktığımızda HDP’nin bu gücü koruduğunu görüyoruz.”
Coşkun, HDP’nin 2023 seçimlerinde iki önemli handikapı olduğunu vurgulayarak, “ Birincisi CHP’nin iktidar umudu olmasıyla birlikte daha önce HDP’ye oy veren daha az ideolojik kesimin CHP’ye yönelebilme ihtimalinin artmış olmasıdır. Bu özellikle büyükşehirlerde HDP açısından büyük bir risk. İkincisi, seçim barajının yüzde 7’ye inmesinin HDP seçmeninde motivasyon bozukluğuna yol açabilme ihtimalidir. HDP’nin bu iki riski görüp, buna uygun bir siyaset geliştirmesi gerekiyor. HDP’nin önemli bir avantajı var. Bu avantajı da genç seçmendir. 6 milyon seçmen, bu seçimlerde ilk defa oy kullanacak. Bu seçmenin yüzde 25’inin yani 1 milyon 250 bine yakının Kürt gençleri olduğuna dair bir veri var. Bu Kürt gençlerinin de önemli bir kısmının siyasal tercihinin HDP olması çok şaşırtıcı olmayacaktır. HDP ile HÜDA- PAR üzerinden Kürtlerin terörize ve taleplerinin kriminalize edilmesi yönünde bir algı oluşturuluyor. Bu yaklaşım, rahatsız edici ve Kürtlere zarar verdiği için bundan kaçınılması gerekir.” Şeklinde konuştu.
Toplantı, daha sonra katılımcıların soru ve katkılarıyla sona erdi.